21 Mayıs 2016 Cumartesi

BEN VE BALIKLAR

Bir cumartesi sabahı…
Masmavi bulutlar, aydınlık ışıklar ile durulamış kendini; kuşlar ise tüm şehri etkisi altına alarak uzun nağmeler okuyor. Dışarıdan gelen birkaç çocuk sesi, gökdelenleri andıran uzun binaların silueti nehrin yüzeyindeki halkalar ile koro oluşturmuş.
Ben ise, ruhunu inancına ayırmış bir kutsal nehrin içerisinde yıkanıyor. Serin sular vücudundan aşağı dökülünce önce bir ürperti alıyor Ben’i, sonra coşkuyla, neşeyle nehrin dibine balıklama atlıyor çırılçıplak bedeni ile.
Ben’in çıplak halini gören balıklar, tahrik olmamak ve abdestlerinin bozulmaması için suyun dibinde bulunan yosunlar arasında gizlenerek yüzgeçleri ile gözlerini kapatırlar. Yosunların arasında korku ve şehvetle nefislerini gizlemeye çalışan balıklar, Ben’in su altındaki eşsiz, muazzam vücudu ile yaptığı dalışı görünce gizlenmekle kurtulamayacaklarını anlarlar ve  kitleler halinde cesaret mavzerini kuşanarak gizlendikleri yerden çıkarlar. Ben’e doğru yaklaşırlar ve Ben’in etrafı envai türden balıklar ile çember içerisine alınır. Balıklar,  konuşmak için; ona nehrin artıklarından sorular sorarlar. Ben ise, sessizdir tüm sorulara sadece tatlı bir tebessümle karşılık verir. Balıklar, Ben’in sorular karşısındaki sessizliği ve gülümseyişini görünce kendilerinin ciddiye alınmadığını ve onun kibirli olduğu kanaatine varırlar. Ben’in etrafına örülen çember dağılır ve tek sıra halinde balıklar kızarmış suratları ile ayrılırlar oradan. Her bir balık nehrin dibindeki bir yosunun arasına saklanır Ben’e korkunç bir öfke duyarak.
Oysa Ben; kendini yalnız bırakan balıklara kırılmış, lal olduğunu söyleyemediği için de derin bir üzüntü içerisinde. Ben; balıkların bu tutumu karşısında duygularına hakim olamamakla beraber iri damlalar halindeki tüm gözyaşlarını nehrin içerisine boşaltır. Ben’in gözlerinden akan her bir damla yaş, bir kaya sertliğinde ve bir elmas parlaklığında.
Balık nehrindeki yeşilimsi su, gittikçe kendi öz rengini yitirmekte ve bembeyaz bir renge bürünmektedir. Nehrin debisindeki yükselişi ve suyun gittikçe keskinleştiğini gören balıklar; korkuya kapılarak yüzgeçleri ile gözlerini kapatır ve dipten yüzeye doğru yol almaya başlarlar. Çünkü nehir, özsuyunu kaybetmiş ve keskin su kimin gözüne temas ederse o canlı tüm görme yetisini kaybeder. Balıklardan üçü durumu anlamadıklarından, kendi önlemlerini almamış ve görme yetilerini kaybetmişlerdi. Arkadaşlarının durumunu gören diğer balıklar ise kendi önlemlerini yüzgeçleri ile almaya çalışırlar ancak keskin su, vücutlarına da temas ettiğinden derileri yanar ve vücutlarındaki pullar dökülür. Balıklar keskin suyun içerisinde biraz daha kalırlarsa tamamen eriyeceklerini bildiklerinden korkunç çığlıklar ile suyun yüzeyine çıkarlar. Ancak suyun yüzeyinde kendilerini bekleyen tehlikeden de oldukça bihaberdirler. Nehrin suları, Ben’in gözyaşları ile öyle kabarmış ki bazı balıklar karaya vurmuş, bazıları da nehrin kenarında ellerinde oltalarla bekleyen bir grup genç ve ihtiyarın ağına düşer. Balıklar; görme yetilerini kaybetmemek için nehirden kurtulduk diye sevinirken asıl tehlikenin kendilerini dışarıda beklediklerini idrak edememişlerdi. Tüm balıklar o gün, oracıkta, o nehrin kıyısında ve ortasında son nefeslerini vermişlerdi. Nehir kenarında ellerinde oltaları ve kovaları ile bekleyen balık avcıları ise; akşam sofrasının ateşini nasıl harlayacaklarını korkunç kahkahaları arasında dillendiriyorlardı. Balıklar gelişigüzel kovalara atıldıktan sonra avcılar, oltalarını omuzlarına, içi balık dolu kovaları da ellerine tutarak evlerinin yolunu tuttular. Ben; ise dışarıda olup bitenlerden kayıtsız kalmış ve hala buruk sesi ile ağlamaya devam eder. Nehrin yüzeyindeki halkacıklar, bir anda bembeyaz kristal kütlelerine dönüşür. Güneş; adeta nehrin boynuna bir gerdanlık giydirmek için öğlen saatlerindeki en dik ışınlarını nehrin üzerine doğrultur ve Ben’in eşsiz güzelliğini evrene tescillendirmeye çalışır.

YAZAN : EMİNE ALTAŞ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder