Bir cumartesi sabahı…
Masmavi bulutlar, aydınlık ışıklar ile durulamış kendini;
kuşlar ise tüm şehri etkisi altına alarak uzun nağmeler okuyor. Dışarıdan gelen
birkaç çocuk sesi, gökdelenleri andıran uzun binaların silueti nehrin
yüzeyindeki halkalar ile koro oluşturmuş.
Ben ise, ruhunu inancına ayırmış bir kutsal nehrin
içerisinde yıkanıyor. Serin sular vücudundan aşağı dökülünce önce bir ürperti
alıyor Ben’i, sonra coşkuyla, neşeyle nehrin dibine balıklama atlıyor
çırılçıplak bedeni ile.
Ben’in çıplak halini gören balıklar, tahrik olmamak ve
abdestlerinin bozulmaması için suyun dibinde bulunan yosunlar arasında
gizlenerek yüzgeçleri ile gözlerini kapatırlar. Yosunların arasında korku ve
şehvetle nefislerini gizlemeye çalışan balıklar, Ben’in su altındaki eşsiz,
muazzam vücudu ile yaptığı dalışı görünce gizlenmekle kurtulamayacaklarını
anlarlar ve kitleler halinde cesaret
mavzerini kuşanarak gizlendikleri yerden çıkarlar. Ben’e doğru yaklaşırlar ve
Ben’in etrafı envai türden balıklar ile çember içerisine alınır. Balıklar, konuşmak için; ona nehrin artıklarından
sorular sorarlar. Ben ise, sessizdir tüm sorulara sadece tatlı bir tebessümle
karşılık verir. Balıklar, Ben’in sorular karşısındaki sessizliği ve
gülümseyişini görünce kendilerinin ciddiye alınmadığını ve onun kibirli olduğu
kanaatine varırlar. Ben’in etrafına örülen çember dağılır ve tek sıra halinde
balıklar kızarmış suratları ile ayrılırlar oradan. Her bir balık nehrin
dibindeki bir yosunun arasına saklanır Ben’e korkunç bir öfke duyarak.
Oysa Ben; kendini yalnız bırakan balıklara kırılmış, lal
olduğunu söyleyemediği için de derin bir üzüntü içerisinde. Ben; balıkların bu
tutumu karşısında duygularına hakim olamamakla beraber iri damlalar halindeki
tüm gözyaşlarını nehrin içerisine boşaltır. Ben’in gözlerinden akan her bir
damla yaş, bir kaya sertliğinde ve bir elmas parlaklığında.
Balık nehrindeki yeşilimsi su, gittikçe kendi öz rengini
yitirmekte ve bembeyaz bir renge bürünmektedir. Nehrin debisindeki yükselişi ve suyun gittikçe keskinleştiğini gören balıklar; korkuya kapılarak yüzgeçleri
ile gözlerini kapatır ve dipten yüzeye doğru yol almaya başlarlar. Çünkü nehir,
özsuyunu kaybetmiş ve keskin su kimin gözüne temas ederse o canlı tüm görme
yetisini kaybeder. Balıklardan üçü durumu anlamadıklarından, kendi önlemlerini
almamış ve görme yetilerini kaybetmişlerdi. Arkadaşlarının durumunu gören diğer
balıklar ise kendi önlemlerini yüzgeçleri ile almaya çalışırlar ancak keskin
su, vücutlarına da temas ettiğinden derileri yanar ve vücutlarındaki pullar
dökülür. Balıklar keskin suyun içerisinde biraz daha kalırlarsa tamamen
eriyeceklerini bildiklerinden korkunç çığlıklar ile suyun yüzeyine çıkarlar.
Ancak suyun yüzeyinde kendilerini bekleyen tehlikeden de oldukça bihaberdirler.
Nehrin suları, Ben’in gözyaşları ile öyle kabarmış ki bazı balıklar karaya
vurmuş, bazıları da nehrin kenarında ellerinde oltalarla bekleyen bir grup genç
ve ihtiyarın ağına düşer. Balıklar; görme yetilerini kaybetmemek için nehirden
kurtulduk diye sevinirken asıl tehlikenin kendilerini dışarıda beklediklerini
idrak edememişlerdi. Tüm balıklar o gün, oracıkta, o nehrin kıyısında ve
ortasında son nefeslerini vermişlerdi. Nehir kenarında ellerinde oltaları ve
kovaları ile bekleyen balık avcıları ise; akşam sofrasının ateşini nasıl
harlayacaklarını korkunç kahkahaları arasında dillendiriyorlardı. Balıklar
gelişigüzel kovalara atıldıktan sonra avcılar, oltalarını omuzlarına, içi balık
dolu kovaları da ellerine tutarak evlerinin yolunu tuttular. Ben; ise dışarıda olup
bitenlerden kayıtsız kalmış ve hala buruk sesi ile ağlamaya devam eder. Nehrin
yüzeyindeki halkacıklar, bir anda bembeyaz kristal kütlelerine dönüşür. Güneş;
adeta nehrin boynuna bir gerdanlık giydirmek için öğlen saatlerindeki en dik
ışınlarını nehrin üzerine doğrultur ve Ben’in eşsiz güzelliğini evrene
tescillendirmeye çalışır.
YAZAN : EMİNE ALTAŞ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder