7 Mart 2016 Pazartesi

EFENDİM!

Son marka gülüşlerim var efendim!
İhanetiniz ile onları ucuzlatamazsınız!
Elmas pahasındaki gözlerimden üç kuruşluk sözleriniz ile
Yaşlar akıtamazsınız efendim!
Bin yıl toprak altında kalıp fosilleşseniz de,
Kömürden başka maden olamazsınız efendim!
Siz diyorum efendim
Yoksa Podzol topraklarındaki verimliliği yutan bakteri misiniz?
Tabanlarınız da mantar tutmuş efendim!
Değdirmeyin ayaklarınızı geçeceğim yerlerden
Duruşum asildir efendim giremezsiniz çerçeveme!
Zaman gizli kapaklı sandıklarınızdan sancılar içinde kıvranıyor efendim
Koşun haber verin Takvim Ebe'ye!
Saatler, nefes aldığınız yerlerde bile hızla kaçıyor efendim!
Göbek bağınızı diyorum efendim, akrep kıskacı ile mi kestiniz?
Usulca yanıma sokulup sinsi zehirinizi nasıl da boşaltabildiniz nefesime!
Anlatın efendim anlatın!
YAZAN : EMİNE ALTAŞ

İNSANOĞLU

İnsanoğludur bu şerbetle yıkar yüzünü,
Arkanı dönersen bıçakla keseleyip durur sırtını.
Fani hayattır der, geçersin yaşam kervanını,
Bekle, bekle de gör kabir azabını!

Dışarıda kızgın boğanın postunu giymiş yağmur,
Yeryüzündeki kızıllığa saldırır durur.
İmalatı topraktan olanlar,
Makam koltuklarında kudurur.

Bilmezler ki Yaradan'ın bir emri ile
Kuduruklar, kendi pisliğinde boğulur.
Sessiz harflere bürünmüş öksüz umutlar,
İblis'in salyası ile karın doyurur.

Sabır zarını, hiddet postalında yitirenler,
Aydın Bulvarı'nda keşmekeşlik doğurur.
İs göletlerinde vaftiz edilen piyonlar,
Duvak olmuş yarınlara, tarih ile nikah masasına oturur!
YAZAN: EMİNE ALTAŞ

5 Mart 2016 Cumartesi

İHTİYARIN İNCİK BONCUK SEVDASI

İhtiyar kadın; siyah cam çerçeveli kedi gözlüklerini takmış yanındaki 36’lık kadın arkadaşı ile evinden 4 km uzaklıkta bulunan alış veriş merkezine gitti. İhtiyar kadın; sarkık, buruşuk ince boynu yerini bir bijuteri dükkanına döndüğünü fark etmemesinden gerek girdiği her bijutericide bir incik boncuğu alıp boynuna takıyordu. Kasaya ödeme yapmak için ilerleyen ihtiyar kadın, elini cüzdanına götürdü. Cüzdanından para çıkartmaya çalışırken, arkadan bir el onun cüzdanındaki fotoğrafı kaptı. İhtiyar arkasını dönmesi ile yüzünün buz kesilmesi bir oldu, nutku tutulmuştu. Bir müddet kendine gelemeyen ihtiyar, olduğu yerde diz çökerek ağlamaya başladı. Çevredeki tüm müşteriler ve kasiyer, ne olduğunu anlamadıklarından olaya kayıtsız kalmışlardı. İhtiyar kadın, kızını yıllar sonra gördüğünü kimselere söyleyemiyor, ona sarılamıyor ve oracıkta ağlamaya başlıyordu. Kız, annesine uzun uzun baktıktan sonra sarılmadan cüzdandaki çocuklarının fotoğrafını kapıp dükkandan koşar adımlar ile uzaklaşıyordu. Çevredekilerin ihtiyarı kolonya ve su ile ayıltmasının ardından ihtiyar, ayağa kalktı ve takıları boynundan çıkartıp masaya bıraktı. Kasiyere ve kendisi ile alışverişe gelen 36’lık arkadaşına hiçbir şey söylemeden bijuteri dükkanından çıktı. Gözaltı torbaları şişen ihtiyar, kızını tekrar görebilme umudu ile tüm AVM’nin içerisini kolaçan etti. Ancak kızı, onu orada bırakıp ayrılmıştı kimselerin bilmediği bir yere. İhtiyar, AVM’nin çıkış yolunu tutarken 36’lık arkadaşı ona seslenerek onu kolundan tuttu ve ona ne olduğunu sordu. İhtiyar, bir cafeteryada oturmak istediğini eli ile işaret ederek arkadaşı ile birlikte cafeteryaya geçti. Uzun bir soluklanmanın ardından ihtiyar, karşsısındaki 36 yaşındaki alımlı ve sosyetik giyimli Füsun adlı kadına, bijuterideki kadının, kızı olduğunu ve onun 3 yıl önce çocuklarını ve eşini terk ederek evden kaçtığını söyledi. 36’lık Füsun olayı biraz daha irdeleyince ihtiyar, derin bir ahh çekti ve çantasından çıkardığı desenli peçetesi ile gözyaşlarını kurulayarak 3 yıl öncesine gitti.
Başını önüne eğen ihtiyar kadının ince derisi ateşimsi bir kızıla bürünmüş, elmacık kemikleri odun gibi tutuşarak ihtiyarın gözlerinden sımsıcak yaşların akmasına neden oluyordu. İhtiyar sağ eli ile her iki gözündeki yaşları sildi ve 3 yıl önce yaşanılanlar bir anda gözünün önünde bir film gibi geçerek ihtiyarın bol tükürüklü ağzından sözcüklere döküldü.
36’lık Füsun tüm merakını ve ilgisini cafede oturduğu masada bırakmış sipariş ettiği çayı dahi içmeyi unutmuş, ihtiyarın tiz sesinden anlatılan olaya pür dikkat kesilerek dinliyordu.
İhtiyar kadının sözüne bundan tam 3 yıl önceydi kızımın evindeydim cümlesi ile başladı ve sözcükler ihtiyarın biranda boğazına ilmikler attı. İhtiyar kadın, nefes alıp vermede güçlükler yaşadı ve sözlerini sürdürmeye devam etti.

‘ Eşimi kızım henüz 14 yaşında iken bir trafik kazasında kaybetmiştim ve eşimi kaybetmenin ardından kızıma üvey baba kötülük yapmasın, zarar vermesin, namusuna sarkıntılık yapmasın diye hiç evlenmedim. Kızım üniversiteyi bitirdikten sonra damadım olan Baran ile evlenmek istediğini söylemişti ve beni onunla tanıştırmıştı. O an kızımı kaybetmenin ve yalnız kalma korkusu ile tepki göstermiştim ancak kızımın gözyaşlarına artık içim elvermiyor ve durumu kabullenmiştim. Kızım evlendikten sonra benim yalnız kalmamam için aynı evde birlikte yaşama teklifi etmişti eşi ile. Önce kabul etmedim ama çoğu geceler, yalnızlığın ve ölümün verdiği korku ile daha fazla baş edemeyeceğimi anladım ve kabul ettim. Kızımın evine yerleştikten sonra her iki torunuma ben gündüzleri bakıyordum, onlar ile oyun oynuyor, filmler izliyor ve parka birlikte gidiyorduk. Bir gün torunlarım ve kızım evde yok iken ben ve damadım salonda oturmuş televizyon izliyorduk. Kızımın eşi, yani damadım, kızım evde yok iken bir gün bana benden hoşlandığını ve hoşlantı duygusunun başlamasının ardından kızıma karşı artık ilgisinin kalmadığını söyledi. O an ben ne yapacağımı bilemedim, afallamıştım. Tüm ev eşyaları, duvarlar ile beraber tam göğsümün ortasına çökmüş, dilim kilitlenmişti. Kızımın eşi, sevdiği yani benim kanımdan olmasa da oğlum gibi gördüğüm biri bana bunları söylüyordu. Ne diyeceğimi bilemiyordum, kalkmak, dövmek hatta kendimi parçalamak istiyordum ama bir ceset gibi hareketsizdim, olduğum yerde öylece kalakalmıştım. Geldi yanıma oturdu ve ellerimi tuttu, o an neye uğradığımı bilmiyor, şoku üzerimde atamadan kendimi dakikalar sonra damadımın koynunda gördüm. Yıkılmıştım, paramparçaydım, dışarıdan biri değil; ben öz be özannesi onun kocası ile birlikte olmuş ve kızına, torunlarına ihanet etmişti. Bir gün kızım gece nöbetinden hastaneden eve erken gelinceye kadar defalarca tekrar etti bu olay. Kızım beni ve damadımı o hali ile görünce çılgına dönmüş bir şekilde bağırıp çağırarak duvarları tekmelemeye, üzerimizdeki bataniye ve giysileri parçalarcasına tüm apartmanı ayağa kaldırmıştı. Komşular zili çalıyor, ancak bizden hiç kimse kapıya koşup cevap veremiyordu.Çocuklar, kızımın bağırış sesi ile uyanmış, zırıl zırıl ağlıyordu. Kızım o gün evi terk etti, bir daha da hiç eve uğramadı ve o günden sonra ilk kez bugün kızımı bir bijutericide gördüm. Damadım da, daha sonra çocukları alıp kayıplara karıştı. Ben ortada öylece yalnız kaldım ve aylarca terapi gördüm. Ayakta durmaya çalıştım, kendim ile baş başa kalınca adımı anmaktan nefret ediyor ve kendimi öldürmek istiyordum. Ancak hiçbirini yapmayı başaramadım. O gün bugün incik ve boncuklara ilgim arttı. Kızım küçük iken ayakkabılarından tokalarına kadar her şeyinin boncuklu olmasını isterdi, takılara inanılmaz düşkündü. Ve ben, kızıma karşı işlediğim bu ağır ve iğrenç duygunun altında her gün milim milim eriyor ve günahlarımın arasında taktığım incik ve boncuklar ile kaybolmak istiyordum. Bu boynumda ve bileklerimde gördüğün aslında hepsi, ihanetin birer simgesi.’’ Diyerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Derin bir sessizlikle kaplanan masayı sadece ihtiyarın hıçkırık sesleri bölüyordu. İhtiyarın hikayesi 36’lık Füsun’nun dilini taşlaştırmış, kirpiklerine sürdüğü rimeli de ağlamaktan yüzünü ve gözünü bir ayakkabı boyacısının eli gibi simsiyah yapmıştı. İhtiyar ise, anlattığı hikayenin ardından Füsun’un yüzündeki siyah boyaya uzun uzun bakarak nefes alıp vermeye çalışıyordu.
YAZAN: EMİNE ALTAŞ

4 Mart 2016 Cuma

İBİK

Şırıl şırıl akan cehalet çeşmesinden İbik; evinin avlusundaki kürsüde oturmuş aptes alıyordu. Elini 3 kez yıkadıktan sonra soğuk çeşme suyuyla kirpik uçlarını, ardından başını defalarca mesh ediyordu. Kümesin içerisinden başını çıkartan horoz da, ürüleyerek İbik'in bozuk aptes alışına şaşıp kalıyordu. İbik başını mesh ettikten sonra önce elini göğsüne doğru çekerek, turkuaz mavisi kazağı ile kuruladı, sonra cehalet çeşmesinden fışkıran suya doğru dilini tuttu. Dakikalarca hiç kıpırdamadan mensup olduğu dine yeni ritüeller kazandıran bu zat; biran yılanın arkadan tısladığını görünce irkilerek yerinden sıçradı. Ağzı çeşme musluğuna sertçe değen İbik; ağzından kazağına doğru iri damlalar halinde kanın aktığını gördü. Yılan İbik'in karşısında 4 metre boyu ile ayağa kalkmış İbik'in ağzından damlayan kan damlalarına bakıyordu. Kümesteki horoz ise biran sesini kısıp dişi yılanın İbik'in karşısındaki duruşunu korku ve heyecanla karışık besmele çekiyordu. Yılan 4 metrelik gövdesi ile ayakta dakikalarca kaldığından yorulur ve yine tıslayarak İbik'in çenesinin altına doğru uzanır. İbik; titrek bir hamle yaparak eliyle yılanın başını tutar. Yılan; kahkaha atarak uzun ve ince gövdesini ani hamleyle İbik'in boynuna sarar ve kellesini İbik'in kanlı ellerinden kurtarır. Yılan İbik'e zarar vermek için aslında uzanmadığını sadece yalan ve fitne damlayan bir dilin kokusunu merak ettiği için ona yaklaştığını, İbik'in yosun tutmuş yüreklerden beynini beslememesi gerektiğini, her duyduğu söze de itimat etmemesi gerektiğini pempemsi ve çatalımsı diliyle defalarca tekkerür edip durur. Aldığı aptestin yanlış olduğuna da değinerek erkekliğin kalıpla olunmayacağını ve kümeste tüm olaylara şahit olunan horozun ibiğinden 2 cm kopartıp çiğneyip yutmasını istedi. Horoz gururlanarak ve biraz da kibirle karışık bir edayla yılana sokulup erkek İbik'in artık beynini ve hislerini verilen nasihatlerin istikametine doğrultamayacağını ve muvaffak olunamayacağını söyler. Yılan çatalımsı diliyle horozun çenesini okşayarak "Sen hiç merak etme horoz kardeş, bu insanoğlu dünyevi hayatta çıkarına neyi uygun görürse onu yapar. Aptes alıyorum diye kollarını sıvazlayana değil, ecelle kucaklaşacağım diye yüreğini vicdan ve dürüstlükle doldurana bakacaksın! Onun ağzından damlayan o iri damlalı kanlar da Yüce Mevla'nın kendisine bir ikazıdır lakin onun bilincine dahi yalanla bilenmiş kafası idrak edemedi." der.
YAZAN: EMİNE ALTAŞ

GÖRÜNMEYENLERİN ARKA BAHÇESİ, KURBAĞA DERESİ

Karınca tan vaktinde deredeki yaralı kurbağanın vıraklama sesini işittiği yöne doğru ilerler. Sazlıkları korkak adımlar ile aşar, dereye varır. Dereye vardığında vıraklayan yaralı kurbağayı görür ancak ne yapacağını bilemez. Ne yüzmeyi bilir karınca ne de yaralı kurbağayı sırtlayabilecek kadar güçlü. Ağlar durur, en sonunda aklına parlak bir fikir gelir. Dere kenarında bulunan bir ağacı görür, ağaca doğru hızla ilerler. Oracıkta durur ağacın dallarda asılı duran yemyeşil kavak yapraklarına bakar. Sonra gözünü kapayarak ağaca tırmanmaya çalışır, ve en üst daldaki kavak ağacından bir yaprak kopartmaya çalışır. Karınca testere ağzını yaprağa kondurur ve onu dalından koparır ancak yaprakla birlikte karınca da pat yere düşer. Yaprak karıncanın üzerine düştüğünden karınca yaşama oracıkta veda eder. Dereyle karıncanın düştüğü alan arası 10 m mesafe. Kurbağa karıncanın düştüğünü fark edince daha çok vıraklar. Rüzgar kurbağanın sesini duyar ve karıncanın üzerindeki kavak yaprağını kurbağanın olduğu dereye sürükler. Rüzgar uğultusuyla derenin suyunu yükseltir ve kurbağa rüzgarın yardımını fark edince tüm acı sızını unutur vargücüyle kavak yaprağına çıkar. Yaralı kurbağanın çırpınışlarını gören bir arı ise, kurbağaya doğru yanaşır, iğnesinin ucunu kurbağanın yaralı bacağına batırır. Yaralı kurbağa o iğnenin etkisiyle şifa bulur.Böylece yavru kurbağa sevinç naraları atarak arıya önce teşekkür eder,sonra yeniden hoplaya zıplaya deresinde yüzmeye başlar.
YAZAN: EMİNE ALTAŞ

3 Mart 2016 Perşembe

DOĞA VE GELECEK

Yağmur ile anlaştım bu gece,
O, mazide kirlenen hayallerimin üzerine yağacak;
Ben ise bir kış köşesindeki şöminenin ateşini gülüşlerim ile yakacaktım.
Ve tüm yeryüzü ile anlaşıp kışı, bahara çevirecektik.
Evsiz barksız, çarığına su kaçan yetim çocukların
Ayaklarına çorap, ellerine de eldivenler dokuyacaktık.
Karıncalar kolları sıvayıp bitki liflerinden örgü örecek,
Balıklar yumurta kabuklarından ayakkabı derisi yapacaktı.
Dağlar; kayalara, taşlara emir buyurmuş,
Kuzeyden esecek olan rüzgarların esmesine müsaade etmeyecekti.
Yavru serçeler, piri serçelerin tüylerinden bu kış babalarını yitiren
Ceylan bakışlı çocuklara hırka, kazak örecekti.
Seviyordum doğadaki yardımlaşma usulünü
Ağır giyimli bey ve hanımlarımıza bu kış,
Kuş tüyü yorgan ve yastıkların da kalmayacağına da delice seviniyordum.
Pembemsi dudaklardan damıtılan çocuk gülüşleri ile
Önce yeryüzünü yıkayacak, sonra kahkahalardan eşyalar yerleştirecektik
Artık sarkık gırtlaklı adamlara teslim etmeyecektik neşe saçan yurdumuzu.
Doğadaki tüm varlıklar ile anlaşıp hepsinden birer koruma talep edecektik.
Sonra Allah babaya, zamanın donması için rükuda duracaktık.
Huzur yağacaktı o an üzerimize, etrafımızdaki tüm kötülükler arınacaktı.
Ve biz, çim kokulu kadınların bilek gücü olacaktık.
Sarsılmayacaktık, kenetlenecektik, kimselerin ihtiraslarına boyun eğmeyecektik.
Öylece yaşayacaktık kirli adamların bakışlarının değmediği yerlerde.
Karanlığa inat çocuk gülüşlerinde aydınlatacaktık yerin yedi kat altını!
YAZAN: EMİNE ALTAŞ

BERİ GELİN

Çilingir sofrasından çeyiz sandığı yapmış Beri Gelin edebine,
Gümüş kaşık ile çini porselenden de çanak doldurmuş içerisine.
Sordu bana çeyiz sandığımın olup olmadığını.
Şöyle elimi gökyüzüne bir uzattım.
Rahmet koparıp avuçlarına bıraktım.

Beri Gelin; burun kıvırdı, sol ayak parmağı ile geri tepti.
Dağıldı orada içimde birikmiş tüm incilerim.
Tepreşip sancımaya başladı hücrelerim.
Zor zapt edebiliyordum kendimi.

İroni halatını kirpik uçlarına sıkıca bağlamış,
Kibir direğine tırmanıyordu Beri Gelin.
Alçakta olduğumu gözkapakları arasındaki perdeden görüp
Ses vermiyordu sesime.
Ağladım, öyle gür sesle ağladım ki
Dağ doruklarındaki buzullar işitti sesimi, eridi.
Beri Gelin'in elmas küpeli kulakçıkları işitemedi.

Rüzgar yön verdi sesime dağları, tepeleri, arşı titretti.
Beri Gelin ise, baysball sopası dili ile
Yüreğimi en ince yerinden büküp varlığımı ses tellerimle dikmişti.
Zaman da onun gidişine kendisini doğrultamayan onurumla yön vermişti.

Bir sepeti vardı Beri Gelin'in
Ahhh bir görsen alümünyüm folyodan örülmüştü her bir ilmeği!
Tabiatın harem odalarındaki hanımların gebelik sancılarının habercisi gizliydi.
Pek de güzel cezbediyordu şimdi diş gıcırdatan hanımefendiliği ile
Erkeğinin dar alınlı kaldırım sokaklarını.

Ahhh Beri Gelin, kafasının bir bulaşık süngeri gibi hafif ve küçük olduğunu!
Nasıl da hala fark edemeyip sirke kabına sığdırmıştı.
İradesinin kaportasını da cuntacı ebeveyninin tekerine sıkıştırmıştı.
Gaza fazla basmışlardı ebeveyni
Kim bilir belki de bu yüzden Beri Gelin,
Vahalardaki bir devenin kulak kirinde unutmuştu benliğini.
YAZAN: EMİNE ALTAŞ