18 Ağustos 2016 Perşembe

FİL VE KARINCA

Rüzgar çığlık attı, gerçek üşüdü, yeryüzü alacakaranlığı giyindi. Dereler, nehirler, denizler, okyanuslar topraktan suyunu çekti, sularını grimsi bulutların içerisine hapsetti. Toprak yarıldı, filizler kurudu, ağaçlar sussuzluktan ikiye ayrıldı. Kuşlar; yaprak üzerindeki çiğ taneleri ile sussuzluğunu gidermeye çalıştı, fareler ise kendi sidiklerini kuyruklarında açtıkları deliklerde yapmaya çalıştı.
Yüreklerin kulağını sağır eden bir ses... 
Kaya sesi...
Kaya kımıldayamıyor yerinden, altında yatan onlarca solucana ve çiyana nemini verdiğinden bir kum tanesi gibi ufalandı. Ufak ufak seyirten gözleri ise toprağa toprak damıttı.
Herkeste bir telaş ve koşuşturma...
Bir fil geçti yoldan, hortumundaki suyu görenler peşinden gitti. Saç diplerinden ayak bileklerine kadar boncuk boncuk terler akıttı toprağa. Solucanlar izi takip etti, karıncalar da sırtladıkları şişelere doldurdu her bir damla teri.
Fil; durdu, ağzını evirdi çevirdi yosun tutmuş dişini karıncanın sırtındaki ter şişesine düşürdü. Şişe devrildi, karıncanın sırtında bir yanma oluştu, hareket edemedi güneşin kavurucu sıcaklığında. Öylece kaldı fil ile arasındaki 2 metre mesafe farkında. Fil esti gürledi, tüm pireleri savruldu etrafa. Yükü ağırlaştı karıncanın sesi de çıkamaz oldu pirelerden beşi ağzına girdiğinden. Hareketsiz, dümdüz yerde yatıverdi karınca.
Güneş en tepeden dikmiş 90 derecelik ışınlarını yeryüzüne. Çitileyip durdu toprağı kendi kızıllığında. Toprak piştikçe fil, inledi; inledikçe toprak şişti! Toprak patladı, fil bir zıpladı. Zıplamasıyla topraktan bakteriler, virüsler fırladı, saçıldı burundan ağza. Kımıldayamaz oldu kanatlıdan kanatsıza! Vücut dayanamadı, eridi, didindi, çırpındı rüyadaki bir serzenişle kendine geldi.
YAZAN : EMINE ALTAŞ